Yeter ki İste

Okumak yerine dinlemek istersen, podcast bağlantısına tıklayabilirsin.

Kalp…

Kalp her kültürde çok önemli bir yer edinmiş. Bizim kültürümüzde de vardır. Kalp gözü derler, kalbini gönlünü aç derler değil mi? Kalp her şeyi biliyor. Yeter ki şu zihnimizdeki düşüncelerle kalbimizin sesini bastırmayalım. Kalbimiz yorulmuş, zihninde yarattığı beklentileri hayata uyarlayamadığı için kalp kırıklıklarından yorgun düşmüş.

Kalp denilince sadece romantizm gibi düşünülüyor fakat kalp sadece romantizmin yaşandığı yer değil. Aynı zamanda her şeyin olma halinin yaşandığı yer kalp…Beyin değil, beyin oldurtuyor eğer kalpten hissediyorsan o oluveriyor.

Aslında bu yorgunluklar hep zihinde kurgu yaptığımızdan…İnsanlar çok yoruluyor hepimiz yorgun düşüyoruz. Hedef yapıyoruz, programlar yapıyoruz fakat bakıyoruz ki kurduğumuz programlar, düşünceler yaşadıklarımıza yetmiyor. Bu sefer tekrardan bir düşünmeye başlıyoruz: Gerçekte biz ne istiyoruz ne arzuluyoruz? Ve belki de hiç istemediğin şeyler için yıllarını, zamanını, paranı, emeklerini ve kendi içindeki bu kadar hayal kırıklıklarını yaşamışsın. Bunlara hiç gerek yok aslında.  

Gerçekten kalbinde ne arzu ediyorsun ne istiyorsun gönülden yani bunları sorduğun zaman belki hiç istemediğin şeylere bu kadar zaman harcadığın için kendini önceleri biraz suçlayabilirsin ama lütfen onu da yapma…

Kendine bir başka açıdan bak…

Sen değerlisin…

Bu bir yolculuk…

Bu bir tekâmül yolculuğu ve hepimiz buraya kendi ışıltımızı arttırmak ve insan kardeşlerimizin de ışıltısının artması için destek olmaya geldik. Bugün sen de zihninin uğultularını bastırarak ve kalbinin kapılarını açarak kendin için, hayatın için ne ya da neler seçmeyi arzu edersin? 

Çok eski bir film vardır: The Game. Michael Douglas’ın başrolünde olduğu film bizlere bu durumu çok güzel anlatıyor. (Filmi önce izlemek isterseniz yazıyı sonra okumanızı öneririm çünkü filmin neredeyse tamamını anlattım.)

Kahramanımız Nicholas Van Orton başarılı ve çok zengin bir banker. Eşinden boşanmış, babası intihar etmiş ve onun da en büyük korkusu babası gibi olmak. Babası aynı zamanda çok çalıştığı için ailesine yeterli zamanı ayıramayan birisi. Kahramanımız da öyle, eşine yeterli zamanı hiç olmamış. Hayatı rutinler üzerine kurulu. Belirsizlik onun en büyük korkusu.

Hayattan sıkılmış, katılması zorunlu davetlere bile gitmek istemiyor. Hayatında yeniye dair hiçbir şey ilgisini çekmiyor. Tam da bu sırada kırk sekizinci yaş günü için kardeşi ona ‘The Game’ etkinliğini hediye ediyor. Bu oyuna katıldığında öncelikle şirket detaylı bir psikolojik ve fizyolojik analiz yapıyor. Nicholas’ın hayatının resmini aldıktan sonra ise oyun tarafından kabul edilmedi mesajını alıyor. Sonra ilginç pek çok olay peşi sıra gerçekleşmeye başlıyor.

İşten eve geldiğinde bahçede bir adamın aynı babasının kıyafetleri gibi kıyafetlerle boylu boyunca yattığını görüyor. Yanına gittiğinde ise onun bir palyaço olduğunu görüyor. Sonra televizyon haberlerini sunan adamın kendisiyle konuştuğunu anladığında bu şaşkınlığı katlanıyor. Derken olaylar öyle sıra dışı gerçekleşiyor ki Nicholas’ın ezberi şaşıyor ve her zamanki tepkilerini veremez hale geliyor. Soğukkanlı, kibirli, mesafeli Nicholas yaşadıklarını anlamak için çabalamaya başlıyor. Normal hayatından tamamen uzaklaşarak gelişen olayları çözümlemek istiyor.

En nihayetinde tüm korkularıyla yüzleşiyor.

Filmin son karelerinde Nicholas kardeşinin kaldığı otele gidiyor. Orada bu organizasyonun bulunduğu kata gidiyor. Filmin kadın kahramanı ise Nicholas’ı görünce şaşırıyor. Ona her şeyin ‘The Game’ organizasyonunun onun hayat resmine uygun olarak tasarladığı bir plan olduğunu açıklıyor. Fakat Nicholas ikna olmuyor, en sonunda kardeşini vuruyor ve her şeyin kadının anlattığı gibi olduğunu fark ediyor. Çünkü kardeşinin elinde şampanya var!

Yani doğum gününü kutlayacaklar… Bunu anladığında ise her şey için çok geçti. Yaşadığı yoğun suçlulukla Nicholas aynı babasının yaptığı gibi çatıdan atlıyor ve bilin bakalım nereye düşüyor?

Kocaman çarpıyla işaretlenmiş bir şişirilmiş koruyucu hava yatağına! Yani tam hedeflenen yere düşüyor. Sonrasında kurtarılma ve tabi ki kutlama var.

Tüm arkadaşları, eski eşi, kardeşi hepsi bu oyunda rol alıyor. Onun yaşarken ölmüş halinin değişmesi ve onun uyanması için gönüllü olarak üzerlerine düşen görevi yapıyorlar. Nicholas yaşadığı bu rutin hayatından başka türlü kurtulamayacağı için o acı dolu, kaotik durumdan geçmesi gerekiyor. 

Filmin son sahnesinde ise gerçek adını merak bile etmediği kadın kahramanımızın yanına gidiyor. Adının Claire olduğunu öğreniyor. Gerçekle temas ediyor…Kadın bir başka oyun görevi için partiden ayrılıyor. Ona taksiye binerken yetişen Nicholas dönünce kahve içelim mi diye soruyor. Claire’de ona havaalanında kahve içmek ister misin diyor. Nicholas partiye doğru bakıyor ve tam o sırada film bitiyor. Sizce Nicholas gelenekleri ve ondan beklenen rutini mi yapacak yoksa belirsizliğe doğru ilerleyip Claire’le havaalanında kahve mi içecek? 

Ben havaalanında kahve içeceğine neredeyse eminim…

Hayat çok sürprizli yeter ki isteyelim, yeter ki kendi merkezimizde dengede kalalım…

Hem dişil, hem eril yönlerimizi onurlandıralım, barışalım…

Kendimizle çalışalım, arınalım…

Farkında bile olmadığımız yargılarımızı fark edelim, onlardan özgürleşelim…

Kendi varlığımızı koşulsuz sevelim, şefkatle saralım…

Hiçbir şeyi oldurmayarak, zaten olduğuna güvenelim, inanalım,

Hayat planımızı sevelim

Kalbimizde kalalım

Her zaman sevildiğini bil

Kalp her zaman bilir

Güvenelim,

Okumak yerine dinlemek istersen, buradaki podcast bağlantısına tıklayabilirsin.

Sevgilerimle 

Öznur Karaeloğlu 

Leave A Comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.