Konfor Alandan Çıkarak Kendin Ol’mayı Seç

Okumak yerine dinlemek istersen, podcast bağlantısına tıklayabilirsin.

Gerçekte olduğun kişi olman için ne gerekirdi? 

Ya da bu neyi gerektirirdi? 

Hayatını kurguladığın realite ile uyumlu musun? 

Yoksa yaşadığın hayat, arzu ettiğin hayatın yanından geçmiyor mu? 

Şu ana kadar yaptığın seçimlerden farklı olarak, rutininin dışına çıkarak ne seçersen, hangi soruları sorarsan ve olasılıklarının farkında olursan hayatındaki konfor alanları değişir?

Mesela o konfor alanlarına bi’ kaç örnek verirsem:

  • Kendin dışında başkalarını kurtarmaya çalışmak
  • Seçim yapabileceğinin farkında olmamak
  • Hayatını eksik, yarım, tamamlanmamış görerek onu düzeltmeye çalışmak
  • Dünyada işleyen bir sistem var, burada ne yapsam boş düşüncesine saplanarak kendini küçültmek

Bu ve benzeri pek çok düşünce seni konfor alanında tutabilir. Ben buna ‘yerinde saydıran alışkanlıklar’ diyorum. Gerçekten farkında olduğunda rahatsız olabilirsin fakat değişim için o hissiyattan geçmen gerekir. Rahatsız olduğunun bilincinde olarak, bu can sıkıntısından kaçmayarak, kendine şunları sorabilirsin:

Burada farkında olduklarım dışında bilmem gereken neler var? 

Hangi seçeneklerimi henüz görmüyorum? 

Seçeneklerimin görünür olması için ne gerekir? 

Burada neyi değiştirebilirim? 

Hangi soruları sorarsam bu değişim kolaylıkla gerçekleşir? 

Rahatlık alanından çıkmamak için kendine neler söylüyorsun?

Eğer kişilerle daha yakın olmak istiyorsan konforlu mesafeden vazgeçmen gerekir. 

Eğer işinde daha başarılı olmak istiyorsan konforlu mesafeden vazgeçmen gerekir.

Eğer ilişkinde daha mutlu olmak istiyorsan konforlu mesafeden vazgeçmen gerekir.

Eğer çok sayıda soru sorarsan o zaman konfor mesafenden çıkmaya başlarsın. Bunu bir yolculuğa benzetirsek; bu planlanmış bir tatil paketi değil, tam bir serüvendir. İnsanlar tanıdıklık hissini sever ve tanıdık kişiler, olaylar, duygu ve durumlara yönelir. Bizim rahatlık ve konfor alanımız burasıdır. Burada değişim yoktur. Burada her şey aynıdır.

Hayatını ne kadar tanımlıyorsun, neyle tanımlıyorsun? 

Hangi kutunun içine sıkıştın? 

Çıkmak istesen dahi çıkamayacağına ikna oldun? 

Her uyandığın yeni günde, yarın başlarım diyerek yine konfor alanından çıkmayı istemedin? Şimdi her şeyi değiştirecek olan neyi seçebilirsin?

Bir tanımlama yaptığında o konuda seçeneklerini daraltırsın. Başka neler mümkün dersen yine rahatlık bölgenden çıkıp farklı seçeneklerine bakarsın.

Kimlerle aranda konfor mesafesi var? 

Yani değişmeyeceğine inandığın için harekete geçmediğin o düşünce ne?

İşinle arandaki konfor mesafen değişseydi, neler olurdu? 

Ya hayatındaki ilişkiyle arandaki konfor mesafen değişse?

Eğer hayatında kimse yoksa, ilişkiye bakış açındaki konfor alanın değişseydi neler ortaya çıkardı?

Eğer sürekli ben şöyle biriyim, bunları yaparım, şunları yapmam diyorsan ya da kendini ben tembelim, şu konularda iyi değilim gibi sözlerle sürekli durduruyorsan bunlar da aslında seni yerinde saydıran alışkanlıklardan ve konfor alanlarındandır. Bu düşüncelerinin farkına vararak bilinçli bir biçimde değiştirmeyi seçtiğinde konfor alanını da aşmaya başlarsın.

Kendine bi’ sor bakalım hayatını küçülterek kimleri mutlu etmeyi istiyorsun? Ya da aman nazar değmesin, göz önünde olmayayım diyerek yaptığın işlerin parlamasına izin vermiyorsun. Eğer bilsen ki senin hiçbir işine nazar değmeyecek o zaman hangi konularda daha görünür olmayı isterdin? Bu düşüncelerin de hepsi senin konfor alanına dahil. Evet, nazar değmesini istemiyorsan bu düşünceyi beslemekten vazgeç. Çok sevdiğim bir hikayede bir yaşlı bir adam ile torunu arasında geçen bu durum bize çok güzel anlatıyor. 

Hikaye aynen şöyle: İki kurt köpeği varmış, bu köpeklerden biri beyaz diğeri siyahmış. Çocuk merakla bu köpeklerin birbiri ile dalaşmasını seyredermiş. Bunlar sürekli birbiriyle boğuşurken çocuk aslında evlerini korumak için sadece bir köpeğin yeterli olduğunu düşünürmüş. Dedesinin neden ikinci bir köpeğe gereksinim duyduğunu ve neden renklerinin siyah ve beyaz olduğunu anlamazmış. Bir gün dedesine bunun nedenini sormuş. Dedesi şöyle cevap vermiş. Onlar benim için iki semboldür evlat demiş. Çocuk neyin sembolü diye sormaya devam etmiş. Dedesi iyilik ve kötülüğün sembolü demiş. Dedesi devam etmiş: Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.Çocuk, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşünerek yeniden sormuş: Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?  Yaşlı adam, derin bir gülümsemeyle torununa bakmış ve hangisi mi evlat, ben hangisini daha iyi beslersem o kazanır demiş. Onun için sen de farkında ol, hangi düşünceni beslediğini, hangi düşünceni aklında tutuyorsun büyütüyorsun. Bu düşünceler hayatını kolaylaştırıyor mu, zorlaştırıyor mu? Hangi düşüncelerini beslersen hayatın daha güzelleşir ona yeniden bi’ bak. Eğer iyileşmeyeceğine inandığın, değişmeyeceğine sıkı sıkıya bağlandığın ‘konfor alanların’ var ise onlarla da vedalaşmaya hazırlan. Hayatının yönetimine bilinçli olarak yeniden geç. Konfor alandan çıkarak kendin ol’mayı seç.

Okumak yerine dinlemek istersen, podcast bağlantısına tıklayabilirsin.

Sevgilerimle,

Öznur Karaeloğlu

Seanslarımızla ilgili bilgi almak için:

oznur@olasiliklarinmucizesi.com/

instagram.com/olasiliklarinmucizesi/

facebook.com/olasiliklarinmucizesi

linkedin.com/company/olasiliklarinmucizesi/

linktr.ee/olasiliklarinmucizesi

Leave A Comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.