Hepimiz bir yolculuktayız. Hayat deniyor adına, ömür deniyor süresine. Buradayız dünyada, yaşam alanımızda. Ne yapıyorsak burada yapacağız, nereden geldik hatırlamasak da dünyadayız, hayattayız.
Okumak yerine dinlemek istersen, buradaki podcast bağlantısına tıklayabilirsin.
Son zamanlarda hep aklımda olan bi’şey var. Bu dünya bizim aynamız. Nelerden korkuyorsak onları bize yansıtıyor. Neleri yaşamayı çok arzu ediyorsak onları bize gösteriyor. Bizi bize tanıtan bir ayna burası, bu dünya. Mağaracıların kullandığı kafa lambası gibi ne düşünürsek oraya ışığımızı gönderiyoruz, enerjimizi gönderiyoruz ve orası büyüyor, açığa çıkıyor. Fakat yine de korkmamak lazım bu karanlığı ancak o zaman gerçekten anlıyoruz, görüyoruz. En ince ayrıntısına kadar ve şifa ancak böyle gösteriyor yüzünü.
Kendi karanlıkta kalan; korktuklarımızı, endişelendiklerimizi, kayıplarımızı, yaşayamadıklarımızı böylelikle keşfediyoruz. Kendimizden ustalıkla sakladıklarımızı.

Ay’ın sadece bir yüzünü görmemiz gibi, sadece bir yüzünün aydınlık olması gibi.
Bizim de iki yüzümüz var. Aydınlık ve karanlık.
Aydınlık yüzümüzü herkese gösteriyoruz, aydınlığımızı kucaklamak kolay.
Mesele karanlığımızı kucaklayabilmek, herkese göstermemize gerek olmasa da.
Ve asıl mesele dengeyi bulabilmek, her daim denge.
Aslında içsel yolculukla ilgili bir yazı yazmıştım tam onu yayınlıyordum ki birden içimden bu kelimeler döküldü, bu yazı çıktı ortaya.

Benim üç sene önce bir buçuk metre derinliği olan bir havuzda boğulma hikayem gibi. Hiç beklenmedik. Yüce Yaratan isterse bir buçuk metrelik sakin bir havuzda kişiyi boğabilir ya da dersini verebilir ya da en fırtınalı, dalgalı en derin okyanusta kişiyi güvenle koruyabilir.
Her şey bizim elimizde diye düşünüyoruz fakat o bir buçuk metrelik havuzda yaşadıklarımı hiç unutmadım. O havuzda yüzme bilen ben boğuluyordum. Ölüyordum. Sanki biri beni ayağımdan tutup suyun içine çekmişti. Vücut formumu algılamıyordum, zaman mekan algımı kaybetmiştim. Ellerim nerede, ayaklarım nerede bilemiyordum. Çırpınmadım fakat kulaç atmaya devam ettim. İçimde hiçbir şüphe yoktu: ‘Hah, bir buçuk metrelik havuzda niye boğulayım ki ben. Tabi ki çıkarım’ diye düşünürken su yutmaya başladım. Yine de korkmadım. Yine çıkacağımdan emindim. Fakat su yutmaya devam ettim, zaman geçiyordu ve çıkamıyorum. Sanki bir döngüye girmiştim.
Çıkamıyorum… Çıkamıyorum…
Evet, ikna oldum ben burada öleceğim. İsyan etmedim. Buraya kadarmış dedim içimden, teşekkür ettim Yaratıcıma. Bana verdiği ömüre. Sonra tam teslimiyetteki bu halime bi’ mucize geldi. Ben nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde birdenbire havuzun kenarına elimi koydum. İnanamadım.
Ağladım.
Gözlerimden öyle yaşlar döküldü ki, bana yeni bir hayatın verildiğini, resetlendiğimi idrak ettim.
Ölmenin bu kadar kolay, bu kadar beklenmedik, kendine güvendiğin alanlardan da gelebileceğini ve benim hiçbir şeyi kontrol edemeyeceğim gibi bir sürü duygu seli çıktı içimden o gözyaşlarıyla.
Meğer ne kadar çok tutmuşum kendimi. Neler neler yutmuşum da o suyu yutarken aklım başıma gelmiş.
Meğer ben ne çok şeyi başkaları için yapmışım da kendimi es geçmişim. O günden sonra hayatımı temize çekmeye başladım. Hayatımda neler var, kimler var? Onlarla iletişimim, ilişkim nasıl?

Ben bugün ölsem kendimle ilişkim nasıl, kendimi memnun edebildim mi? Kendime, geldiğim bu dünyayı iyi tanıtabildim mi? Canım Öznur’um diye gönülden kendime sarılabildim mi? Yoksa hep ulaşmak istediğim o serapların, illüzyonların birinden diğerine mi savruldum. Hiç bitmeyecek zenginlikler, başarılarla kendimi mi avuttum. Bunlar hayatımda olsa da olmasa da ben yaratılmış bir insan olarak nasıl yaşamalıyım?
Yüce Yaratan isterse kişiyi o bir buçuk metrelik havuzda boğabilir ya da en fırtınalı, en dalgalı okyanuslarda güvende tutabilir. Buna tüm kalbimle inandım. Halen tatile gittiğimde bir korku geliyor içime, hatta bazen yanıma makarna falan alıyorum sonra da hiçbirini kullanmadan kendimi Yüce Yaratıcıma teslim ediyorum. Bırakıyorum. En son tatilimde yanıma hiçbir şey almadım bu arada. Artık bu dersimi öğrendiğimi ümit ediyorum.
En güvendiğimiz yerlerden imtihan oluyoruz. Aklımıza güveniyorsak aklımızla, paramıza zenginliğimize güveniyorsak onlarla imtihanlarımız oluyor. Ne zaman kendimizi Yaratıcımıza teslim ediyorsak, ben bilmem Ya Rabbi Sen bilirsin, diyorsak o zaman emniyetteyiz, güvendeyiz. Hakikaten öyle şeyler yaşıyoruz ki…
Ben bugüne kadar çok okuyan, çok gözlemleyen, iyi düşünen ben tam da bunlardan imtihan oluyorum. Meğer gördüklerim öyle değilmiş, hayat hikayemizi daha büyük bir perspektiften değerlendirdiğimizde içinde sonsuzluk varmış. Bizler, burasını deneyimlemek ve tatmak için bu dünyaya gelmiş kişilermişiz.

Tüm Miyazaki animelerinde açgözlülük cezalandırılır, doğru davrananlar da ödüllendirilir. Bu dünya da öyle, güzellikleri doya doya yaşarken, elimizden gidenlere de teşekkürlerimizi sunabilmek. İyi ki tanışmışız, iyi ki öğretilerimizi yaşamışız diyerek. Eskiden çok şiir yazardım, sonra da yazdıklarımı hep silerdim ya da kağıda yazmışsam yırtıp atardım. Tutmazdım. Duygularıma bağlanmaktan hoşlanmazdım. 2006 yılında kendime manifest olarak yazdığım bir şiirim geçen günlerde aklıma geldi. Bir tek o şiiri kendime maillemiştim. Çünkü kendime söz vermiştim. Her ne yaşadıysam ya da yaşayacaksam yine de kendimden vazgeçmeyeceğim. İşte şiirim, manifestim…
Söz verdim
Bir adım geri çekilsen
Çıkıp dışarıdan bir baksan
Göreceksin anlamsızlığı
Gerçek bir temas kurmadan
Yaşanan yüzyıllık eski yalanı
Büyüttüğün ölçüde mutsuz olup
Uzaklaşmak istedikçe uykuların kaçacak
Daha sıkı sarılacaksın bu yapay âleme
Nedenini bilmediğini düşüneceksin
İçinde adın gibi bildiğin cevapların
Bir başka alemden geldiğimiz bu yerde
Her bıraktığımız iz bıraksa da bizde
Şikâyet etmeye hakkımız yok yine de
Güzeldi diyebilmek içi burularak
Görülmeyeni görüp duyulmayanı duyarak
Sağırlar gibi anlaşıp körler gibi bakışarak
Zamana bırakıp yine asılacaksın küreklere
Hikâye alışıldık bildik hikâye
Umudumu kaybetmedim ben yine de
Bir gün bir yerde ayrı değil aynı âlemde
Anahtarın kilide uyduğu gibi bütünleşeceğimiz
Ruhumu sükûna erdiren gönlümü aydınlatan
Aradığını bulduğunu anlayan biriyle
Hala kalbiyle bağlantısını koparmamış
Bu şehrin bu insanların beklentilerini
Anlamamış gibi yaparak ilerlemiş
Biliyorum kolay değil buna rastlamak
Gömülse de cenaze namazı olmadan
Samimi insanlar içine
Oynansa da her gün yeni bir oyun
Seyircisiz sahnelerde
Herkes o kadar meşgul ki kendisiyle
Göreni yok bileni yok öyle bir âlemde
Kendime çizdiğim hayali duvarı yıkıyorum
Ama bir adım çıkarak geriye, girmiyorum o dehlize
Söz verdim vazgeçmem kendimden
Dikenlerim olsa da mis kokulu yapraklar da benimle
Bilirim değerimi içimdeki sevgiyi
Yaratan bir ruh üflemiş üzerime
Beni kuşatmış görünmez bir haleyle
Sen de kendine bi’ manifest yapar mısın? Ömür dediğimiz bu hayatta hiçbir yaşadığına tutunmadan, her şeyin bizim elimizde değil bizim gayretimizle Yaratıcının elinde olduğunu idrak ederek?
‘İçten dışa ve dıştan içe yolculuğumuzda hayatımı seviyorum.’
Teşekkürlerimle
Öznur Karaeloğlu
Okumak yerine dinlemek istersen, buradaki podcast bağlantısına tıklayabilirsin.
Seanslarımızla ilgili bilgi almak için:
oznur@olasiliklarinmucizesi.com/
instagram.com/olasiliklarinmucizesi/
facebook.com/olasiliklarinmucizesi